Yasemin gibi kokan beyaz renkli çiçeği, kiraza benzeyen kırmızı meyvesi ile kahve bitkisi 10. yüzyılda Habeşistan (Etiyopya)’da keşfedildi. O dönemde, meyveleri kaynatıldıktan sonra suyu içilmek suretiyle tıbbi amaçlı kullanılıyor ve “sihirli meyve” olarak adlandırılıyordu. Kahve bitkisinin ünü yayılınca yüzyıllar boyu sürecek yolculuğu da başladı.
Kahve, ünüyle birlikte hızla Arap Yarımadası’na yayıldı ve 300 yıl boyunca Habeşistan’da keşfedilen yöntem ile içilmeye devam edildi. 14. yüzyılda ise yepyeni bir keşif ile ateşte kavrulan kahve çekirdekleri, ezildikten sonra kaynatılarak içime sunuldu.
15. yüzyıl ortalarında kahve bitkisi Yemen’e geldi. İklim koşullarının ve Yemen toprağının elverişliliği, bitkinin bu bölgede çok iyi yetişmesini ve hasatın verimli olmasını sağladı.
Yeni pişirme yöntemi ve aromasıyla kahve, ününe ün katmaya devam etti.
Kanuni Sultan Süleyman döneminde, 16. yüzyılda, Yemen Valisi Özdemir Paşa, Yemen’de içtiği ve çok sevdiği kahveyi İstanbul’a getirdi.
Kahve, kısa zamanda itibarlı bir içecek olarak saray mutfağında yerini aldı ve büyük ilgi gördü. Saray görevleri arasına “kahvecibaşı” adında bir de rütbe eklendi. Padişahın ya da bağlı olduğu devlet büyüğünün kahvesini pişirmekle görevli olan kahvecibaşı, sadık ve sır tutmasını bilenler arasından seçilirdi. Osmanlı tarihinde kahvecibaşılıktan sadrazamlığa yükselenlere bile rastlandı.
Saraydan konaklara ardından evlere giren kahve, İstanbul halkının kısa sürede tutkunu olduğu bir lezzet haline geldi. Satın alınan çiğ kahve çekirdekleri tavalarda kavrulup, dibeklerde dövüldükten sonra cezvelerde pişiriliyordu.
Kahvenin ünü sarayı, konakları ve evleri de aştı.
İlk kahvehaneler 1554’te Taht-ul Kale’de açıldı. Kaleiçi anlamına gelen bu bölge bugün Tahtakale olarak bilinmektedir. Buradaki Tahmis Sokak da adını kurukahve anlamına gelen “tahmis”ten aldı. Kahve ve kahvehane kültürü hızla, sosyal hayatın vazgeçilmez bir parçası oldu. Öncelikle dönemin okur yazar kesimi ardından bütün halk kahvehanelerde toplanmaya başladı. Kısa zamanda sayıları 55’e yükselen ve genellikle manzaralı yerlere kurulan kahvehanelerde; günün her saati kitap ve güzel yazılar okunur, tavla ya da satranç oynanır, şiir ve edebiyat sohbetleri yapılırdı. Karagöz, ortaoyunu gibi ulusal oyunların ilk önce oynandığı yerler de bu kahvehaneler oldu.
İstanbulluların kahveye olan tutkuları yüzyıllar boyunca hiç değişmedi. İtalyan yazar Edmondo de Amicis 18. yüzyıl sonlarındaki bir yazısında bu tutkuya şöyle yer vermiştir: “Galata Kulesi’nin ve Bayezid Kulesi’nin tepelerinde kahve vardır, vapurlarda kahve vardır, mezarlık içinde kahve vardır, resmi dairelerde ve hamamlarda kahve vardır, çarşı içinde kahve vardır. İnsan, İstanbul’un neresinde bulunursa bulunsun, etrafına hiç bakmadan sadece bir bağırması yeterlidir: ’Kahveci’… Üç dakika sonra, önünüzde bir kahve tütmeye başlar.”
İstanbul’a gelen Venedikli tacirler, çok sevdikleri bu içeceği Venedik’e taşıdı. Böylece Avrupalılar kahveyle ilk kez 1615’te tanışmış oldu. Önceleri limonata satıcıları tarafından sokaklarda satılan kahve, 1645’te açılan İtalya’nın ilk kahvehanesinde yerini aldı. Kısa zamanda sayıları hızla çoğalan bu kahvehaneler de; diğer pek çok ülkede olduğu gibi özellikle sanatçıların, öğrencilerin ve her kesimden halkın bir araya gelerek sohbet ettikleri en gözde yerler oldu.
İstanbul’da kahvenin tadına bakmış olan seyyahlar, bu eşsiz lezzeti yazılarıyla Marsilya’ya tanıttı. 1644’de ilk kahve çekirdekleri, kahve yapımında ve sunumunda kullanılan araçlardan örneklerle birlikte İstanbul’da görev yapan Fransız elçisi eşliğindeki Monsieur de la Roque tarafından şehre getirildi.
1660’ta özlem sona erdi ve Marsilyalı tüccarlar İstanbul’da içip tadına doyamadıkları kahveyi Fransa’ya ithal etmeye başladılar. 1671’de ise, Marsilya’da ilk kahvehane açıldı. Önceleri sadece seyyah ve tüccarların rağbet ettiği bu kahvehaneler, zamanla halkın her kesiminin uğrak yeri oldu.
1669’da IV. Mehmet, Fransa Kralı XIV. Louis’ye bir elçi gönderdi. Paris’e kahveyi tanıtan bu elçi, Hoşsohbet Nüktedan Süleyman Ağa’ydı. Türkiye’den getirdiği eşyaları arasında çuvallar dolusu kahve de bulunan Osmanlı elçisi, Fransızlara Türk Kahvesini “sihirli içecek” olarak tanıttı.
Süleyman Ağa, kısa zamanda Paris aristokratlarının gözdesi oldu. Türk Kahvesinin eşsiz lezzetinin yanı sıra kültürünü ve sohbetini de paylaşan Süleyman Ağa’ya konuk olmak Paris aristokratları için bir ayrıcalık sayılıyordu. Elçi, kahve hakkında sayısız hikâye anlatarak, herkesi hoşsohbetiyle etkiliyordu.
1686 yılında Paris’te Café de Procope adında ilk gerçek kahvehane açıldı. Kısa zamanda edebi bir toplanma yeri haline gelen Procope; tanınmış şairler, oyun yazarları, aktörler ve müzisyenler tarafından sıklıkla ziyaret ediliyordu. Rousseau, Diderot ve Voltaire gibi pek çok ünlü kişi bu mekânda kahvenin tutkunu oldu. Café de Procope’u takiben, Paris sokaklarında birbiri ardına çok sayıda kahvehane açıldı.
II. Viyana Kuşatması 1683’te sona erdi. Türkler, şehri terk ederken yanlarındaki fazla ağırlıkları da burada bıraktılar. Bu ganimetler arasında çok sayıda çadır, hayvan, tahıl ve yaklaşık 500 çuval kahve vardı. Ancak Viyana halkı kahvenin ne olduğunu bilmiyordu. İçlerinden bir yüzbaşı, kahvenin deve yemi olduğunu iddia etti ve kahveyi Tuna Nehri’ne dökmeye karar verdi.
Uzun yıllar Türklerin arasında yaşamış ve kuşatma sırasında Viyanalılar için casusluk yapan Kolschitzky, olaydan haberdar oldu. Savaşta gösterdiği başarının karşılığı olarak ne olduğunu gayet iyi bildiği kahveyi Viyanalılardan istedi.
Kolschitzky önceleri evden eve dolaşarak ve sonrasında kurduğu halka açık çadırda, Viyanalılara küçük fincanlarda Türk Kahvesi sundu ve kısa sürede kahvenin nasıl hazırlandığını öğretti. Böylece Viyana da kahveyle tanışmış oldu.
O dönemde açılan Viyana kahvehaneleri, diğer birçok ülke tarafından örnek alındı.
İngiltere kahve ile ilk olarak 1637 yılında tanıştı. Bir Türk tarafından Oxford’a getirilen kahve, öğrenciler ve öğretim üyeleri arasında çok popüler oldu ve “Oxford Kahve Kulübü” kuruldu.
Şehirde 1650 yılında “Angel” adında ilk kahvehane açıldı.
1652’de ise Yunan asıllı Pasqua Rosée, Londra’daki ilk kahvehaneyi hizmete sundu. Türk Kahvesini hazırlamayı ve pişirmeyi çok iyi bildiğinden bu lezzeti arkadaşları ve müşterileriyle paylaştı.
1660 yılına gelindiğinde Londra kahvehaneleri sosyal yaşamın vazgeçilmez bir parçası olmuştu. Çoğunlukla yazarların, sanatçıların, şairlerin, avukatların, politikacıların ve filozofların kahve içip sohbet ettiği bu kahvehanelere bir dönem halk arasında “Penny Üniversiteleri” adı yakıştırıldı. Çünkü buralara gelenler sadece kahve içmekle kalmıyor, giriş ücreti olarak ödedikleri bir penny karşılığında entelektüel kesimin sohbetlerinden pek çok şey öğreniyorlardı.
Hollanda’nın kahve macerası diğer Avrupa ülkelerinden oldukça farklıdır. Çünkü Hollanda, tüketimden çok ticari amaçla yıllar boyu kahve ile ilişkisini sürdürmüştür.
İlk kahve ülkeye 17. yüzyılda Yemen’den ulaştı. Ve buradan Hollanda’nın kolonilerine üretim yapabilmek için gönderildi. 1699’da Java adasına gelen kahve tohumları ile Endonezya’daki kahve yetiştirme alanlarının temelleri atıldı. 1711 yılında ise, Java’da üretilen kahve çekirdekleri Amsterdam’a getirilerek satışa çıkarıldı.
1660’larda ülkede ilk kahvehaneler açıldı. En büyük özellikleri kendilerine özgü bir stile sahip olmalarıydı. Çok zengin bir dekor, sıcak bir atmosfer, yemyeşil bahçeler... Ayrıca bu kahvehaneler daha çok şehirlerin finansal alanlarında yer aldıklarından, tüccarlar ve yöneticiler tarafından iş görüşmelerinin yapıldığı yerler olarak ün saldılar.
1680’li yıllarda ise Hollandalılar; günümüzde kişi başına düşen kahve tüketiminde, rekora sahip İskandinav ülkeleriyle bu eşsiz lezzeti tanıştırdı.
Almanya kahve ile 1675 yılında tanıştı. İlk kahvehaneler Hamburg, Bremen ve Hannover’de 1679–1680 yılları arasında açıldı.
Kahve bir süre aristokratların içeceği olarak kaldı. Orta ve alt sınıflar 18. yüzyılın başına kadar bu lezzete ulaşamadı ve kahvenin evlerde tüketilmesi çok uzun yıllar sonra mümkün oldu.
Öte yandan kahvehaneler erkek egemenliğinde olduğu için orta sınıf kadınları tarafından “kahve kulüpleri” kuruldu.
Kahve 1668 yılında Kuzey Amerika’ya ulaştı. 1696’da New York’ta “The King’s Arms” adında ilk kahvehane açıldı.
1714 yılında Java adasındaki kahve numunelerinden yetiştirilen bir fide Hollandalılar tarafından Fransa kralı XIV.Louis’ye hediye edildi. Kahve fidesi, Paris’teki Jardin des Plantes kraliyet bahçesinde yetiştirildi.
1723’te Gabriel du Clieu adlı bir denizci tarafından bu kahve bitkilerinden alınan bir fide Fransa’dan Martinique adasına getirildi. Kahve buradan diğer Karayip Adalarına, Güney ve Orta Amerika’ya yayıldı.
1727’de Brezilyalı denizci Francisco de Mello Palheta sayesinde kahve fideleri ve bitkileri Fransız Gine’sinden Brezilya’ya ulaştı. Öyle ki bugün; Brezilya, dünya kahve üretiminde %35 ile birinci sırada bulunmaktadır.
1730 yılında ise İngilizler kahve ekimini Jamaika’ya taşıdılar.
Ve 19. yüzyıl ortalarında kahve, dünya ticaretinde en önemli ürünler arasında yerini aldı.